Kuran-ı Kerimde Hristiyanlık İle İlgili Ayetler


Andolsun, "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'tir" diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih onlara: "Ey İsrailoğulları, hem benim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur" demişti.( Mâide / 72)

"Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azap dokunacaktır.( Mâide / 73)


Hâlâ Allah'a tevbe edip O'ndan af dilemiyorlar mı? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.( Mâide / 74)

Yahudi ve Hristiyanlar Hakkında Ayetler


"Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler and olsun ki kafir olmuşlardır. De ki: "Allah Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi dilerse kim O'na karşı koyabilir?" Göklerin, yerin ve arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini yaratır. Allah her şeye Kadir'dir.(Maide Suresi-17)


Yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: " O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah ) size azab ediyor?" Hayır, siz de O'nun yaratıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de O'nadır.(Maide Suresi-18)

Şükrederseniz Nimetlerimi Arttırırım


Tâbiînin büyüklerinden müctehid Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, Cafer-i Sâdık Hazretleri’ne;

“Bana bir hadis nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım.” dedi. Cafer-i Sâdık Hazretleri buyurdu ki,

Ben sana hadis rivâyet edeceğim.

“Allâhü Teâlâ sana bir nimet ihsan ettiğinde o nimetin bekasını ve devamını arzu edersen, Allâhü Teâlâ’ya çokça hamd ve şükret. Zira Allâhü Teâlâ kitabı Kur'ân-ı Kerîm’de (meâlen);

“...Eğer siz (nimetlerime) karşı şükrederseniz, size olan nimetlerimi arttırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz şüphe yok ki benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrâhim Sûresi, âyet 7) buyurmuştur.

HAZRET-İ ŞUAYB PEYGAMBER HAKKINDA BİLGİ


Hz. Şuayb (a.s.), Allâhü Teâlâ tarafından Medyen ve Eyke ahalisine peygamber olarak gönderildi. Dili tatlı ve sözü tesirliydi. Fakat kavmi iman etmediler. Allâhü Teâlâ, Eykelileri buluttan ateş yağdırarak, Medyenlileri de büyük bir gök gürültüsüyle helâk etti.

Hz. Şuâyb (a.s.), kendisine iman edenlerle Mekke-i Mükerreme’ye gitti. Ondan sonra vefâtına dek ibâdetle meşgûl oldu.


Ahlakı Güzelleştirmek


Edeb, zahirin ve bâtının yani hem için ve hem dışın güzelleşmesi, güzel ahlâkla bezenmesidir.

Edeb kulda ancak güzel ahlâkların kemâle ermesi ile tamamlanır. Resûlullâh (s.a.v) Efendimiz: “Ahlâkınızı güzelleştiriniz.” buyurmuştur.

Resûlullâh (s.a.v) Efendimiz buyurdular:

“Bir babanın çocuğuna verdiği en değerli hediye iyi bir terbiyedir.”

“Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim vermesi, yerini, yuvasını güzel yapması ve onu güzelce edeblendirmesidir.”

Anlaşmazlıklar Karşısında Nasıl Hüküm Verilirdi?

Hz. Ebû Bekir (r.a.), aralarında anlaşmazlık olan kişiler kendisine geldiği zaman o meseleyi halletmek için önce Kur’ân-ı Kerîm’e bakardı. Orada bu meseleyi nasıl halledeceğine dair bir hüküm bulursa, hasımlar arasında ona göre hüküm verirdi.

Kur’ân-ı Kerîm’de bulamazsa Resûlullâh’ın (s.a.v.) sünnetine bakar, orada bu meseleye dair bir hüküm bulursa onunla hükmederdi.

Sünnette de bulamazsa: “Bana şöyle şöyle bir anlaşmazlık geldi. Resûlullâh’ın (s.a.v.) böyle bir meselede nasıl hüküm verdiğini bileniniz var mıdır?” diye sorar ve Resûlullâh’ın (s.a.v.) nasıl hüküm verdiğini müzakere için bütün Müslümanlar yanında toplanırlardı. Bu şekilde mesele halledildiği zaman Hz. Ebû Bekir, “İçimizde Resûlullâh’ın (s.a.v.) söylediklerini ve yaptıklarını muhafaza edecek kişiler yaratan Allâhü Teâlâ’ya hamdü senâlar olsun.” derdi.

Cuma Gününün Faziletleri Nelerdir?


Bugün, günlerin efendisi, mü’minlerin bayramıdır.

Bugün, Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmiştir.

Bugün, mü’minlerin bağışlandığı gündür.

Bugünün cemaatle kılınan sabah namazı, namazlar içinde en faziletli olandır.

Bugün, kıraati sesli olarak kılınan Cuma namazı vardır.

Peygamber Efendimizin Veda Hutbesinden


“Ey İnsanlar! Dinleyiniz, anlayınız; biliniz ki, Müslümanlar hep birbirinin kardeşidir. Sizden kimse din kardeşini aldatmasın, ona ihânet etmesin, gıybet etmesin. Hiçbir kimseye kardeşinin malı helâl olmaz, meğer ki gönül rızasıyla vermiş ola. Sakın nefislerinize zulmetmeyiniz!

“İnsanlar, İslâm nazarında hep müsavîdir, denktir. Hepsi Hz. Âdem ve Havvâ’dandır, ne arabın aceme (arap olmayana), ne de acemin araba üstünlüğü vardır. Üstünlük ancak takvâ iledir.”

Ey İnsanlar! Hanımlarınıza iyi muamelede bulunmanızı tavsiye ederim. Onlar Allâh’ın size emânetidirler. Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlar sizin hukukunuza riâyet etmelidir. Siz de onlara güzel muamele yapmalısınız. 

Peygamberimizin Medine'deki Son 10 Yılı


1. sene: Allâhü Teâlâ cihâdı farz kıldı, ezan okunmaya başlandı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Âişe ile evlendi.

2. sene: Kıble Kabe’ye çevrildi; zekât, fitre, oruç, farz, bayram namazı ve kurban vacib kılındı. Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlendi. Bedir, Buvât, Zi'l-aşîra, Benî Kaynuka' ve Sevîk gazveleri (harbleri) yapıldı.

3. sene: Şarap haram kılındı, Hz. Hasan doğdu, Uhud harbi ve Hamrâü'l-esed gazveleri yapıldı.

Çok Gülmek Kalbi Öldürür mü?

Peygamber Efendimiz(s.a.v.) çok gülmenin kalbi öldüreceğini buyurmuşlardır. Bu konuda Ebu Hureyre (r.a) olan tavsiyesini okumak için tıklayınız.


Tevbe-i nasûh veya Nasûh Tevbe Ne Demektir?


Samîmî, hâlisâne, azimkârâne olan bir tevbeye nasûh tevbe denilir. 

Nasûh, çok hâlis, çok temiz, veya pek ziyade faydalı demektir. Tevbe-i nasûh, bir kulun, işlediği günahlardan -sırf Allâh'ın rızâsına aykırı olduğu için- pişmanlık duyarak vazgeçmesi, bir daha yapmamağa azmetmesi ve nefsini buna alıştırıp günaha dönmemeye karar vermesidir.


İnsanların En İbadet Edeni Kimdir?

Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Allâh’ın haram kıldıklarını terk edenlerin insanların en ibadet edeni olduklarını buyurmuşlardır. Bu konuda Ebu Hureyre (r.a) olan tavsiyesini okumak için tıklayınız.


Cemre Ne Demektir? Düşünce Ne Olur?


Cemre Şubat’ın 20, 27 ve Mart’ın 6’sında havaya, suya ve toprağa düşüp bunları ısıttığı kabul edilen havaya dâir hâdise hakkında kullanılan bir tâbirdir. Halk dilinde, birinci cemre, ikinci cemre, üçüncü cemre ve “Cemre düştü” denilir. Eski takvimlerde “Cemre-i ûlâ be-heva”, “Cemre-i saniye be-âb”, “Cemre-i salise be-hâk” diye geçerdi.

Lügat sahibi Kazvinî cemreyi şöyle izah eder: Vaktiyle göçebelik zamanlarında insanlar kış gelince hayvanlarıyla birlikte barınmak üzere üç daireli, kıldan çadır kurarlardı. Dairelerin birincisi ikincisini, ikincisi üçüncüsünü kuşatırdı. Birinci daireyi büyük, ikinci daireyi küçük hayvanlara, üçüncü daireyi de kendilerine tahsis ederler ve her bir daireyi birer ateşle ısıtırlardı.

Ümmetin Hayırlıları Kimlerdir?

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Ümmetimin hayırlılarından bir cemaat var ki, ilahi rahmetin genişliğinden açıkta gülerler, azabının korkusundan da gizli (yerlerde) ağlarlar. Bedenleri yerde, kalbleri göklerdedir, ruhları dünya'da akılları ise âhirettedir, yürümeleri vakarla, (Allâh’a) yaklaşmaları vesîle iledir.”


Tevbe, İmanın Şubelerinden Biridir


Tevbe, dinin çirkin gördüğü ve yasakladığı şeyleri terk etmek, övdüğü ve izin verdiği şeylere dönmektir. Günahlar ve isyanlar, helâk eder, Allâh'tan ve cennetlerinden uzaklaştırır. Onları terk etmek de Allâh'a ve cennetlerine yaklaştırır.

Samîmî, hâlisâne, azimkârâne olan bir tevbeye nasûh tevbe denilir. Nasûh, çok hâlis, çok temiz, veya pek ziyade faydalı demektir. Tevbe-i nasûh, bir kulun, işlediği günahlardan -sırf Allâh'ın rızâsına aykırı olduğu için- pişmanlık duyarak vazgeçmesi, bir daha yapmamağa azmetmesi ve nefsini buna alıştırıp günaha dönmemeye karar vermesidir.

Kişi beşeriyet hasebiyle bir günah işlediğinde hemen pişman olup üzüntüsünü kalben de hissetmeli, o günahı bir daha işlememeye azmetmelidir. Hemen istiğfara sarılmalı; Hak Teâlâdan günahlarının afvedilmesini, Rahmet-i ilâhiyesiyle ayıplarını örtmesini niyâz etmelidir.

Namazı Vaktinde Kılmayanların Hali

Peygamber Efendimiz(s.a.v) miraçta iken başlarına taşların düşüp yardığı ve o başların tekrar canladığı ve bunların tekrar taşla yarıldığı ve bu durumun sürekli tekrar ettiği bir topluluk gördü. Bunun üzerine Cebrail a.s'ye "Ya Cebrail bunlar kimlerdir?" diye sordular. Cebrail a.s: "Bunlar dünyada iken farz olan namazı vaktinde kılmayıp sürekli tehir edenler, geciktirenlerdir" dedi.


KAYNAK:ÇyS

Tevbenin En Küçüğü ve En Büyüğü

Tevbenin en küçüğü "Estağfurullah el azim ve etübü ileyk" demektir. 
En büyüğü ise Tesbih Namazı kılmaktır.


Tesbih Namazının Kabir Azabına Engel Oluşu

Peygamber Efendimiz(s.a.v) bir gün bir kabristanlıktan geçerken ölülerden ses geldiğini duydu ve yaklaştı. Kabirde birinin azap çektiğini gören Efendimiz(s.a.v) yatan ölüye senin bir avladın yok mu diye sordular. Ölü:
-Bir evladım vardı ama onu da birine evlatlık verdim dedi. Efendimiz(s.a.v) o ölünün evladını buldu ve kabirde yatan ailesinin kabir azabı çektiğini eğer tesbih namazı kılarsa azabın geçeceğini söyledi. Bir müddet sonra Efendimiz(s.a.v) yine o kabristanlıktan geçerken o kabirden ses geldiğini ve ölünün azap çekmekte olduğunu işitti. O ölünün evladını tekrar bulup Tesbih namazı kılıp kılmadığını sordu. Çocukta kıldım ded. Bunu üzerine Peygamberimiz kaç rekat kıldığını sordu. Çocuk 2 rekat deyince Efendimiz 4 rekat kıl buyurdular. Bunun üzerine o ölünün evladı 4 rekat Tesbih Namazı kıldı ve o ölüden azap kalktı.

İnsanların En Zengini Kimdir?

Peygamber Efendimiz(s.a.v.), Allah'ın taksimine razı olanın insanların en zengini olduğunu buyurmuşlardır. Bu konuda Ebu Hureyre (r.a)'a olan tavsiyesini okumak için tıklayınız.

Guatr Hastalarının Yemesi ve Yememesi Gereken Besinler

Guatr hastaları şunları yemekten kaçınmalıdır:

1
Lahana
2
Turp
3
Mısır
4
Karalahana
5
Soya fasulyesi
6
Yer fıstığı
7
Şalgam




Guatr hastalığına iyi gelen besin ve bitkiler şunlardır:

Samimi Bir Tevbe Nasıl Yapılır?


Bir kişi İbrahim Edhem Hazretlerine: ‘Ben kendime çok zulmettim. Bana nasihatte bulun.’ dedi. İbrahim Edhem Hazretleri;

“Sana altı şey öğreteceğim. Eğer bunları kabul edersen, bundan sonra sana zarar verecek bir şey işlemezsin.” dedi:

“Allâhü Teâlâ’ya isyan edeceğin zaman onun mülkünden çık.” Adam, 'bu nasıl mümkün olur. Doğudan batıya, güneyden kuzeye, yerin altından arşın üstüne kadar hep Allâhü Teâlâ’nın mülküdür. Ben onun mülkünden çıkıp nereye gidebilirim,' deyince “Hem onun mülkünde duracaksın hem de ona âsî mi olacaksın!” buyurdu.

“Günah işleyeceğin zaman Allâhü Teâlâ’dan rızık isteme.” Adam, ‘Bu nasıl olabilir? Zira bütün âlemdeki canlılar onun rızkını yerler. Onun ihsanından faydalanırlar,’ deyince “Hem onun rızkından yiyeceksin hem de günah mı işleyeceksin!” buyurdu.

Şair Bâkî'den Bir Beyit


Baş eğmeziz edânîye dünyâ-yı dûn içün
Allâh’adır tevekkülümüz i'timâdımız.

(Bâkî)

İlk Müslüman Olanlar ve Çektikleri Eziyetler


Resûl-i Ekrem Efendimiz’i (s.a.v.) tasdik edip İslâm dinini kabul eden ashâb-ı kiramdan birçokları bu uğurda pek çok eziyetler çekmiş, birçok maddî mahrumiyetlere katlanmış, dinleri uğrunda mallarını, canlarını fedadan çekinmemişlerdi. Hattâ, bizzat Resûlullah aleyhisselam dahi birçok eziyetlere mâruz kalmış, hiçbir peygamberin görmediği ezâ ve cefâya uğramış; bunlara sabr ile, metanet ile katlanmış, yüksek peygamberlik vazifesini harikulade bir azim ile ve hakkıyla îfaya muvaffak olmuştur.

Kölelerden ilk evvel müslüman olan Bilâl-i Habeşî müslüman olunca görmediği eziyet kalmamıştır. Müşrikler, bu muhterem zâtın boynuna ip takmışlar; onu çocukların ellerine vererek sokaklarda, kızgın kumların üzerinde dolaştırmışlar, kendisini bayıltıncaya kadar dövmeye devam etmişlerdi; fakat, Hz. Bilâl bu eziyetlere katlanıyor “Allah birdir, Allah bir!” diye dininde sebat ediyordu.

Bel Sağlığı İçin Nelere Dikkat Etmek Gerekir?


• Ağır bir yükü kaldırmayın, çekerek veya iterek tek başınıza götürmeyin.
• Hafif olsa da yerdeki bir cismi çömelerek alın, belden eğilerek bir şey almayın. Yükün ağırlığını belinize değil, bacaklarınıza verin.
• Bir eşyayı iki kişi taşıyorsanız, birbirinize haber vermeksizin bırakmayın.
• Yük taşırken belinizle değil, vücudunuzun tamamı ile dönün.
• Sandalye veya koltukta otururken eğilerek yerden bir şey almayın.
• Boyunuzdan yüksek yerlerden bir şey alacağınız zaman önce ayağınızın altına bir şey koyup hizasına geldikten sonra alın.
• Masa başında uzun müddet bel desteği olmaksızın çalışmayın.


Ayrıca düzenli egzersiz ve ortopedik yatak faydalıdır. 

Hastalıklar Günahlara Keffaret midir?


Hz. Ali (r.a.) bir seferden Kûfe'ye dönerken bir evin gölgesinde yatan hasta bir kimse görüp selâmdan sonra:

“Senin yüzünün rengi değişmiş, acaba hastalıktan mı?”  dedi. Adam:

“Evet, hastayım” diye cevap verince Hz. Ali (k.v.):

“Başına gelen bu hastalıktan sevap umar mısın?” dedi. Adam:

“Evet” deyince Hz. Ali şöyle buyurdu:

Yatarken Okunacak Dualar Nelerdir?

Yatmadan önce İhlas, Felak ve Nas sureleri okunup ellere üflenip daha sonra yüz ve vücut sıvazlanır.
Yüzü kıbleye ve sağa gelecek şekilde yatılmaya çalışılır ve uyumadan da “Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ" duası okunur. Bu duanın manası şöyledir: Allâh’ım, senin adını anarak ölürüm ve dirilirim (uyurum ve uyanırım).

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nasıl Uyurdu?

Mühür Hakkında Bilgiler-Peygamberimizin Mührü


Mühür farsçadır, Türkçesi “damga”, Arapçası “hâtemdir.” Çok eski tarihlerden itibaren kullanılan mühür, bir madenden veya taştan yapılır ve imzâ yerine kullanılırdı. Mührün en mühim faydası emniyettir.

Mühür kazıyan “hakkâk” en iyi hattâtlardan ders alır ve usta bir hakkâk yanında en az yedi sene çıraklık eder, birkaç sene kalfalıktan sonra “peştamal kuşanarak” usta olurdu.

Mühür üzerinde sâhibinin alâmeti olacak ismi yahut sâhibin tercihine göre münâsib bir tâbîr, bir duâ kelimesi bulunurdu. Mühürler ıstampanın kullanılmadığı devirde mum isine tutulduktan veya serçe parmağa mürekkeb sürüldükten sonra kâğıdı biraz yalayıp ıslatarak istenilen yere kuvvetlice bastırılmak sûretiyle yapılırdı. Bazan de kırmızı renkteki mum eritilerek kâğıda damlatılır ve soğumadan biraz ıslatılmış mühür muma bastırılırdı.

Ebeveynler Çocuklarına Nasıl Davranmalı?


Bir baba evlâdına karşı dâimâ babalık vakarını muhâfaza etmeli, annesi de çocuğu babasıyla korkutmalıdır.

Herkese tevazu ile muamele etmesini ve “istemek dilencilerin âdetidir.” diye aynı yaştakilerden bir şey istememesini çocuğuna öğretmeli ve kimsenin yanında tükürüp sümkürmemesini, çok konuşmamasını, sorulmayınca söze atılmamasını, kendinden büyük olanlara hürmet etmesini ve yürürken büyüklerin önlerine geçmemesini öğretmelidir.
Bir çocuk yedi yaşına girince onu yumuşaklıkla abdest ve namaza alıştırmalıdır ki, çocuk on yaşına geldiği zaman dînî amellerini noksansız yapabilsin.

Allah İçin Sevmek Nasıl Olur?


Bir kimsenin sevdiği şey dünyâ için değil de âhirete âit bir husûs için olursa bu Allâh için sevmektendir.

Bir kimse Allâh rızâsı için ve âhirette de Allâh’a râzı olduğu halde kavuşmak için samimi olarak her ne işlerse Allâh rızâsı için sevmiş olur. Fakat çok kimsenin kalbinde Allâh’ın ve dünyanın sevgisi birleşir. Bu da kabûle şayandır. Zira insanın tabiatı dünyadaki şeylerden hoşlanır.

Çocuk Terbiyesi Nasıl Olur?


Çocuk Allâh’ın bir emânetidir. Çocuğu cehennem ateşinden korumak; terbiye etmek, güzel ahlâk öğretmek, kötü arkadaştan esirgemek sûretiyle olur. 

Çocuğun annesi sâliha, güzel ahlâklı ve helâl yemeğe dikkat eden olmalıdır. Çünkü kötü ahlâk anne sütünden geçer. Harâm yiyenin sütü murdar olduğundan çocuğun vücudu onunla beslenirse eserleri ergenlikten sonra meydana çıkar.

Çocuk konuşmaya başlayacağı sırada ilk sözünün “Allâh” kelimesi olmasına çalışmalıdır.

Bazı şeylerden utanmaya başlayınca fenâ olan her şeyden sakındırmalıdır.

Tuvalete Girerken ve Çıkarken Hangi Dualar Okunur?

Tuvalete girerken şu dua okunur:
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الْخُبْثِ وَالْخَبَائِثَ
Euuzü billâahi minel hubsi vel habâais


Tuvaletten çıkarken şu dua okunur:

Temizlik İmandandır


İslâm dîni temizliğe çok ehemmiyet vermiştir. Temizlik bir kısım ibadetlerin şartıdır, anahtarıdır. Temizlik bulunmadıkça bu ibadetler yerine getirilemez, temizlik bulunmadıkça insan, Hak Teâlâ’nın manevi huzuruna giremez. Nitekim hadîs-i şerîflerde: “Nezâfet imandandır.” “Namazın anahtarı temizliktir.” buyurulmuştur.

Vücûdumuza bir pislik bulaşırsa onu yıkamadan namaz sahîh olmaz. İnsanlar kabirlerinde en önce temizlikten sorulurlar. Binâenaleyh küçük veya büyük abdestten sonra bunların çıkmış olduğu yerleri tamamen temizlemek gerekir ki, buna “istincâ” denir. Bu temizleme su ile yapılır.

İstincâ'da temizliğe fazla dikkat edip idrar ve benzeri pislik eseri bırakmamağa “istinkâ” denir. İstincâ’dan sonra ayağa kalkmadan temiz bir bez veya benzeri ile ve sol el ile kurulanmalı; temizlik için kullanılan suyun kalıntılarını gidermeğe çalışmalıdır.

HAZRET-İ ALİ’NİN (R.A.) HESÂBI


İki arkadaş oturmuş yemek yiyordu. Birisinin beş, diğerinin üç ekmeği vardı. Oradan geçen başka birini de yemeğe çağırdılar. Üç kişi sekiz ekmeği berâber yedikten sonra, üçüncü adam, her ikisinin ekmeklerinden yediğinin bedeli olarak sekiz dirhem verdi. İki arkadaş parayı paylaşamadılar. Beş ekmeğin sâhibi:

– Benim beş ekmeğim vardı. Beş dirhem benimdir.

Senin üç ekmeğin vardı, hakkın üç dirhemdir, dedi.

Üç ekmeğin sâhibi ise hakkım paranın yarısı olan dört dirhemdir, diyordu.

2. Abdülhamid Han'ın Eşiyle Olan Bir Diyaloğu


İkinci Abdülhamîd Han'ın değerli eşi Müşfika Hanım, kızı Ayşe Sultan ile birlikte oturuyorlardı. Bir hünkârın eşi ve kızı olarak senelerce yaşadıkları bir ömürden sonra, ânî olarak sıkıntılı ve zaruret dolu bir hayatın en acı hakikatleri arasına düşmüşlerdi.

Müşfika Hanım, pek değerli eşi Sultan Abdülhamîd Han'a âit çok manalı bir hâtırasını şöyle anlatıyor:


“Bir gün Sultan Abdülhamîd Han rahatsızlanmıştı. Sabahleyin yataktan kalkmak istediğinde kendisinde kuvvetli bir halsizlik ve kırıklık hissetmişti. Çoraplarını giyip odadan dışarıya çıkması gerekmişti. Fakat biraz öne eğilip ayağına çoraplarını dahi geçirecek hali yoktu. Ben hemen çorapları alıp karyolanın önünde yere çökerek pâdişâhın ayaklarına çorapları giydirdim. Benim bu içten hareketim ve alâkamdan pek mütehassıs olan Sultan:

REBÎULÂHİR AYINDA OKUNACAK DUALAR


Hayırlı ömür, düşmana galebe ve kötü ölümden muhâfaza için, bu ay müddetince sabah-akşam üçer kere şu duâ okunmalıdır:

“Sübhânallâhi mil’el-mîzân ve müntehe’l-ilmi ve mebleğa’r-rizâ ve zinete’l-arş.” 


KAYNAK:(Duâ ve İbâdetler, Fazîlet Neşriyat)



REBÎULÂHİR AYI HAKKINDA BİLGİ


Rebîulâhir ayı, kamerî ayların dördüncüsüdür.

Hayırlı ömür, düşmana galebe ve kötü ölümden muhâfaza için, bu ay müddetince sabah-akşam üçer kere şu duâ okunmalıdır:

“Sübhânallâhi mil’el-mîzân ve müntehe’l-ilmi ve mebleğa’r-rizâ ve zinete’l-arş.” 

RESÛLULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZ BUYURDULAR


Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Benden şu kelimeleri öğrenerek onlarla amel edecek olanınız yahut amel edecek kimseyi bileniniz var mıdır?” diye suâl buyurunca, Ebû Hüreyre (r.a.):

“Ben, yâ Resûlallâh” dedi ve şöyle anlattı:

Peygamber Efendimiz elimden tuttu ve beş (madde) saydılar. Buyurdular ki:

“Allâh’ın haram kıldıklarını terk et ki insanların en ibâdet edeni olasın.

Sigaranın Zararları


Sigara dumanında birçok zehirli kimyevî maddeler vardır. Bu sebeple sigara dumanına maruz kalanlar da içenler gibi zehirlenir. Sigara birçok hastalıkla birlikte kanser de yapmaktadır. Sigara, içen veya dumanına maruz kalan kadınlarda erken doğum, erken yaşlanma, kemik erimesi, kısırlık, sakat ve hastalıklı çocuk doğurma vb. şeylere sebep olmaktadır.

“Bir taneden bir şey olmaz” yalanına kanmamalı, sigarayı hiç denememeliyiz. Anne veya babanın sigara içmesi yüzünden çocuklar çok küçük yaşlarda sigaraya başlamaktadır. Sigara iptilâsı tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Bırakmada başarılı olmak için sigarayı bırakma isteği ve iradesi olmalıdır. Azaltarak bırakılmaz. Bırakmaya tam karar verip birden bırakılmalıdır. Sigaradan kurtulmak güçtür, ancak imkansız değildir. İlk iki-üç hafta en zor devredir, sonra içme isteği giderek ortadan kalkar.

Gusül Abdesti Kısımları


Farz olan gusülden başka sünnet, müstehap ve mendup olan gusüller de vardır:

Cuma, Ramazan ve Kurban bayramı, ihrâma girmek için ve arefe günü gusül sünnettir.

Her müslüman erkek ve kadın Cuma günü temizlenmelidir. Cuma günü gusül abdesti almak ve tırnak kesmek gibi sâir icabeden temizlik sebebiyle günahlar ağaçların yaprakları gibi döküleceği bildirilmiştir. 

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.);

Hangi Dualar Makbuldür?


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

Namaza başlanana kadar müezzinin duâsı,

Cenâb-ı Hak şehîdliği ihsân edene kadar mücâhidin duâsı,

Allâhü Teâlâ belde ve vatanına döndürünceye kadar hacının duâsı,

Allâhü Teâlâ kendisine yardım edinceye kadar mazlûmun duâsı ve

İftâr edene kadar oruçlunun duâsı (makbûldür)”.

KAYNAK

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nasıl Uyurdu?


Resûlullâh aleyhisselâm her gece yatağına geldiğinde ellerini bitiştirir, sonra “Kul hüvallâhü ehad”, “Kul e’ûzü bi-rabbi’l-felak” ve “Kul e’ûzü bi-rabbi’n-nâs” sûrelerini okur ve ellerine üfler, sonra elleriyle yüzünden, başından ve ön tarafından başlayarak vücûdunda ulaşabildiğini meshederdi ve bunu üç kere yapardı.

Resûlullâh aleyhisselâm gece yatağına girince (sağ) elini (sağ) yanağı altına koyar ve sonra “Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ”* duâsını okur, uyandığında da “Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhi'l-ba’sü ve’n-nüşûr”** duâsını okurdu.

Hz Şit Aleyhisselam


Hz. Âdem aleyhisselâmdan sonra, Allâhü Teâlâ Hz. Şît aleyhisselâma peygamberlik vermiştir. Hz. Şît aleyhisselâm, Hazret-i Âdem’in (a.s.) en güzel ve en sevgili oğludur. Hz. Âdem'in yaratılışından yüz yirmi sene sonra doğmuş, 912 sene yaşamış, vefât edince Mekke dağlarından Ebû Kubeys dağında Hazret-i Âdem’in yanına defnedilmiştir.

Hazret-i Şît aleyhisselâma 50 sahîfelik bir kitap verilmiştir. Kâbe-i Muazzama’yı bir rivâyete göre Hazret-i Âdem, diğer bir rivâyete göre de Hazret-i Şît ilk defa ve taştan binâ etmiştir.

Allâhü Teâlâ Şît aleyhisselamı Hz. Âdem’in şehid edilen oğlu Habil’e bedel olarak ihsan ettiğinden kendisine Hibetullah (Allâh’ın hediyesi) mânâsında Şît (veya Şis) adı verilmiştir. 


Sevgililer Günü Tarihçesi? Sevgililer Günü Caiz mi?


St. Valentinus efsanesi

Son yıllarda iyice yaygınlaşan "Sevgililer Günü" (Saint Valentine's Day) efsanesine. Diğerlerinde olduğu gibi, bunun kaynağında da, Hıristiyan motifi var.  

Sevgililer gününde ismi geçen Valentine, bir Hıristiyan azizidir. III. Yüzyılda, Roma tahtında İmparator II. Claudius oturuyordu. "Zalim" adıyla tanımlanan Claudius aşırı savaş ve askerlik tutkunuydu, her yetişmiş erkeğin muhakkak asker olmasını istiyor ve kimseye göz açtırmıyordu. 

Öylesine ileri gitmişti ki, askerliğe engel oluyor düşüncesiyle evlenmeyi dahi yasaklamıştı. Gençler şaşkındı, kimse korkudan evlenemiyordu. İmparator tüm Romalılar'ın 12 tanrıya tapmalarını aksi şekilde davrananların ve özellikle de Hıristiyanlar'la ilişkiye girenlerin ölümle cezalandırılacaklarını emretti. 

Fani Dünya


Yalancı dünyâya aldanma yâ hû,
Bu dernek dağılır dîvân eğlenmez.
İki kapılı bir virânedir bu,
Bunda konan göçer, mihmân eğlenmez.

Bakma bunun karasına ağına,
Gönül verme bostanına bağına,
Benzer hemân oğlan oyuncağına,
Bunda aklı olan insan eğlenmez.

HZ. EBÛ BEKİR’İN TEVAZUU


Hz. Ömer, Medine’nin kenar mahallesinde oturan, yaşlı ve a’mâ bir kadının, su ve yiyeceğini vermek ve ihtiyaçlarını gidermek için yanına gitmeyi âdet hâline getirmiş idi. Her ne zaman o yaşlı kadının yanına gelse, başka birisinin kendisinden önce davranıp, bütün ihtiyaçlarını karşıladığını görürdü.

Defalarca böyle olunca Hz. Ömer bu gelenin kim olduğunu tesbit için takip etmeye başladı. Bir de ne görsün o gelen kişi, zamanın halifesi Hz. Ebû Bekir’dir. Hz. Ömer “Vallahi, demek ki o kişi sensin ha!” dedi.


Sultan İkinci Mahmud Han’ın Kaptan Paşa’ya yazdığı bir Hatt-ı Hümâyûnu


Kaymakam Paşa ve Kaptân-ı Deryâm!
Ben yüzümü, gizliyi ve sırları bilen Allâh’a yönelttim. Benim ondan başka yardımcım yoktur. Müslümanlarda çalışkanlık yok ve bu tembellik beni hayrete düşürüyor. Yerin ve göklerin yaratıcısı olan Cenâb-ı Allah bizlere yardım etsin. Bu dünyâya gelmenin gâyesi, nefs-i emmareye tâbi olmak değil, ancak ve ancak “Ben insanları ve cinleri sâdece bana ibâdet etsinler diye yarattım.” Âyet-i kerîmesinin mânâsıyla amel etmek içindir. Bizim en büyük düşmanımız nefsimizdir. Hâlâ nefsimize karşı zafer kazanamadık. Ne zaman nefsimize gâlip gelirsek, din düşmanları da ancak o zaman mağlup olur. Allah ıslah eylesin. Âmîn.   Hatt-ı Hümâyûn 525/25611


Edepli Olmak ve Edep Hakkında Sözler


Edep, insanı utanılacak hallerden koruyan nezih bir huy ve melekedir. Haya, nezâket, zarâfet hep edeptendir.

Dinde de edep, farz, vacip ve sünnetlerden başka islamın teşvik ettiği, güzel gördüğü şeylerdir ki mendup denir. Mesela namazda rukû ve secde tesbihlerini üçden fazla okumak ve gücü yetenin Resûlullah Efendimiz için de kurban kesmesi gibi.

Ebû Ali ed-Dakkak (k.s) demiştir ki: "Kul ibadeti ile Cennete, tâatindeki edebiyle de Allâhü Teâlâ'ya ulaşır.

İlim, edeble anlaşılır, amel, ilimle sahih olur, hikmete amelle erilir.”

Hz. Adem Hakkında Bilgi


Bütün insanların babası ve ilk peygamberi Âdem aleyhisselâmdır. Allâhü Teâlâ Hazretleri bu âlemi yoktan var etmiş, birçok zamanlar geçtikten sonra da yeryüzünde insan cinsinin ilk babası olmak üzere Hz. Âdem’in cesedini topraktan yaratıp ona ruh vermiş, ilim ile imtiyazlı kılmış ve ona eş olmak için de Hz. Havva’yı yaratmıştır.

Bütün melekler, Allâhü Teâlâ’nın emriyle Hz. Âdem’e secde ettiler. Yalnız meleklerin arasında yaşayan ve esasen cinlerden olan İblis; şeytan, kibirlenip Âdem’den daha hayırlı olduğunu iddia ederek secde etmemiş, melekler arasından kovulmuştur.

Kanaat Etmek


Allâhü Teâlâ -meâlen-: “Dünyâ hayâtındaki maîşetleri biz taksîm ettik.” (Zuhruf, 32) buyurdu.

Hadîs-i şerîfde: “Allâh’ın sana takdîr buyurduğuna râzı olursan insanların en zengini olursun.” buyuruldu. Muhakkak Allâh’ın taksîm buyurduğuna râzı olanın kalbi zengin olur, başkasının elindekine bakmaz. Kanâat bitmez tükenmez hazinedir.

Kanaatle zenginlik ve servete nail olunur. Kanâat eden fakir ise de zengin olur. Kim kanâat etmezse zengin ise de fakîrdir.

Tuaregler Kimdir?


Tuaregler, Burkina Faso, Cezayir, Libya, Mali ve Nijer arasında geniş bir alanda yaşarlar.
Berberi dillerinden birini konuşurlar. 
Sayıları yaklaşık 1,2 milyona ulaşmış durumdadır. 
Tuaregler bağımsız bir siyasi örgütlenmeye de sahiptirler.
Kuzey Tuaregler çoğunlukla çölde, Güney Tuaregler ise daha çok step ve savanlarda yaşar.
Kuzeydeki başlıca Tuareg konfederasyonları Ahaggar ve Azcer, güneyde ise Asben, İfora, İtesan, Avellimiden ve Kel Tademaket'tir.Güney Tuaregler Zebu ve deve yetiştirir ve bunların bir bölümünü Kuzey Tuareglere satarlar.1970'lerde ve 1980'lerde Moritanya'nın güneyi, Senegal, Nijer, Burkina Faso ve Çad'ı etkisi altına alan kuraklık Güney Tuareglerin sayısının azalmasına ve hayvancılığa dayalı geleneksel yaşam biçimlerinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Güney bölgelerde yaşayan Tuaregler kısmen melezleşmiştir.

Kim Bu Adnan Oktar?


Adnan Oktar ismiyle malum zatın biyografisini uzun uzun anlatacak değilim…

İyi resim yapar, iç mimari ve dekorasyon konusunda zevk sahibidir, peyzaj da hakeza öyle!

Kısacası zevk ve güzellik hastası…

Adnan Oktar; bir dönemin Harun Yahya’sı: Darwinizm ve masonluğa karşı hakikatli ilmi kitaplar neşreden, medya karşısına hiç çıkmayan; sadece kitaplarıyla ve Anadolu’nun her yerinde Bilim Araştırma Vakfı (BAV) aracılığıyla düzenlenen konferanslarla gündeme gelen; hatta ismi konusunda “Erbakan’dır” şeklinde spekülasyonlar yapılan; az konuşan, beyaz saçlı, beyaz sakallı biri!

Adnan Oktar’ı Harun Yahya olarak tanıdım… 2000 yılının ortalarında cezaevinden çıktığında kendisiyle bir röportaj yapmak üzere Kadıköy Fenerbahçe’ye gitmiştim… Oktar’ın bulunduğu eve eşikten içeri adımımı ilk attığımda hissettiğim duygu ömrümde sanırım bir daha hissedemeyeceğim bir duyguydu… 

Kaza ve Nafile Namaz Hakkında Merak Edilenler

Kaza namazı kılmak, nafile namaz kılmaktan evlâ ve daha mühimdir. Fakat farz namazların sünnetleri -müekked olsun olmasın- bundan müstesnadır.


Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi doğru değildir.

Hatta kuşluk ve tesbih namazları gibi, haklarında hadîs-i şerîf bulunan nafile namazlar da böyledir.

Çünkü bu sünnetler, farz namazları ikmâl eder; tamamlar. Bunların telafisi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise, muayyen vakitleri olmadığı için telafileri mümkündür.

HZ. İDRİS ALEYHİSSELÂM HAYATI

Hz. İdris aleyhisselâm, büyük bir peygamberdir. 
Hz. Şit'ten sonra peygamberliğe nail olmuştur. 
Birçok ilim ve hikmetler ile göklerin sırlarını bilirdi. 
İlk yazı yazan ve ilk elbise diken Hazret-i İdris aleyhisselamdır. 
Yeryüzünde üç yüz altmış sene yaşadı. Nihayet, Hak Teâlâ tarafından yüksek bir makama kaldırılmıştır.

İlk Elbise Diken Peygamber Kimdir?

İlk elbise diken Peygamber Hz. İdris aleyhisselamdır.

İlk Yazı Yazan Peygamber Kimdir?

İlk Yazı Yazan Peygamber Hz. İdris'tir.

İlmin Artması İçin Ne Yapmak Gerekir?

İmâm-ı A’zam hazretlerine “Bu ilmi nasıl elde ettiniz?” diye soruldu. 
Şöyle buyurdular: “İnsanlara anlatmakta cimrilik etmedim. Başkalarından istifâdeden de bir an geri durmadım. Bir meseleyi anladığım vakit “Elhamdülillâh” dedim. Böylelikle ilmim artmış oldu.

İbn-i Kemâl Paşa'dan Bir Kıta

Mansıbda bir olsa dahi ger âlim ü câhil, Zâhirde müsâviyse hakîkatte bir olmaz.
Altun ile farzâ ki berâber çekile seng, Vezn içre bir olmak ile kıymette bir olmaz.
 (İbn-i Kemâl Paşa) 

 Yani: Âlim ile cahil rütbede bir olsada hakîkatte denk olmaz.
Altın ile taşın ağırlıkları aynı olsada kıymetleri bir olmadığı gibi.

"Allâh’ım, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım"

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: 
• “Her kim ilmi öğrenir ve öğretirse, işte bu kimse göklerin melekûtünde azîm (büyük, ulu zât) olarak çağırılır.”
• “Bilmeyene yazıklar olsun, bilip de amel etmeyene üç defa yazıklar olsun.” 
• “İnsanlara hayrı emredip kendisini unutan âlimin misâli insanları aydınlatırken kendisini yakan mum gibidir.” 
• “Kıyâmet günü azâbı en şiddetli olan, Allâhü Teâlâ’nın ilmiyle menfaatlendirmediği âlimdir.” 
• “Kıyâmet günü âlim misin, câhil misin? diye suâl olunduğunda hâlin nice olur yâ Uveymir? Eğer âlimim desen ilminle ne amel işledin? denir. Eğer câhilim desen mâzeretin neydi de ilim talebinden geri kaldın, denir.” 

Kanâatkar Olmak

Allâhü Teâlâ -meâlen-: 
“Dünyâ hayâtındaki maîşetleri biz taksîm ettik.” (Zuhruf, 32) buyurdu. 
 Hadîs-i şerîfde: 
“Allâh’ın sana takdîr buyurduğuna râzı olursan insanların en zengini olursun.” buyuruldu. 
Muhakkak Allâh’ın taksîm buyurduğuna râzı olanın kalbi zengin olur, başkasının elindekine bakmaz. Kanâat bitmez tükenmez hazinedir. 
Kanaatle zenginlik ve servete nail olunur. Kanâat eden fakir ise de zengin olur. Kim kanâat etmezse zengin ise de fakîrdir. 

Müslümanları Hakir Görmemek

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir'e (r.a) şöyle buyurdular: 
 “Yâ Ebâ Bekir! İnsanların dünyaya koştuğunu gördüğün zaman sen âhiret için çalış. Her zaman ve her yerde Allâhü Teâlâ’yı zikret. Sen Allâhü Teâlâ’yı zikredersen o da seni zikreder (rahmet ve mağfiretiyle muâmele eder). Müslümanlardan hiç kimseyi hakir görme. Zira Müslümanların küçükleri Allâhü Teâlâ nezdinde daha büyüktür.”

Hz.Asiye Kimdir?

Hz. Âsiye, Hz. Mûsâ aleyhisselâm’ın hayatta kalmasına vesile olmuş, ona en büyük hizmetlerde bulunmuş ve nihayet ona iman etmiş yüksek iradeli bir kadındır.
 Hz. Mûsâ doğduğu sırada Allâhü Teâlâ annesine “Çocuğunu endişesiz emzir, şâyet çocuğun hakkında bir fenalık hissedersen onu bir sandık içinde Nil nehrine bırak, hiç üzülme, çocuğun sana tekrar iade edilecektir. Büyüdüğünde de ona peygamberlik vazifesi verilecektir.” diye vahyetti.
Hz. Mûsâ’nın annesi, çocuğuna bir zarar geleceğinden korktuğu vakit, bir sandık içinde Nil nehrine bırakmış, Firavn'ın sarayının yanından akıp giderken görülerek saraya alınmıştı.

Firavn bir rüya görmüştü. Rüyası, İsrailoğullarından bir erkek çocuğu senin mülkünü ve saltanatını elinden alıp dinini değiştirecektir, diye tabir olununca Firavn, doğacak olan erkek çocukların öldürülmesini emretmişti. (Bu cümle peygamberler tarihinden)

Kulağımız Neden Çınlar


Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Birinizin kulağı çınladığında beni ansın ve bana salavât getirsin ve 'zekerallâhü men zekeranî bi-hayrin' desin”

Resûlullâh, “Muhammedün Resûlullâh sallalâhü aleyhi ve sellem” ve bunun benzeri salavat-ı şerife okumak ile zikredilir, anılır.

Mü'minin kulağı çınladığı esnada Resûlullah (s.a.v.) onu Cenâb-ı Hak katında anmış, ona duâ etmiştir. Mü’minin ruhu bunu duyduğu zaman kulağı çınlar. Bunun için salavât-ı şerîfe okuması tavsiye buyurulmuştur.

Nitekim ayak uyuşup karıncalandığında da salavât getirmek tavsiye edilmiştir.

Mısır'ın Yavuz Tarafından Fethedileceğini Hz. Ali Müjdelemişti


Sultan Selim Han Şam kalesinde âlimlerle sohbet esnasında Şeyh Nâsır-ı Tarsûsî hazretlerine:

“Efendi, biz Mısır fatihi olabilir miyiz” dediler. Hz. Şeyh Nasır: “Müjde sana sultanım, Resûlullah’ın (s.a.v.) manevî huzurunda Hz. Ali (k.v.);

“Sultan Selim önce Rum ve Acem'e malik olur sonra Cezîretü'l-Arab'a malik olur.” buyurdular. Cezîretü'l-Arab Mısır'dır. İnşallah sultanım Mısır fetholunur ve hâdimü'l-Haremeyn olursunuz.” buyurdular.

Müslüman Korku İle Ümid Arasında Olmalıdır. Ama Nasıl?


Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.) buyurdular:

‘Cennete ancak bir kişi girecek’ diye gökten nida edilse, o bir kişinin ben olduğumu ümid ederim.

Yine ‘cehenneme ancak bir kişi girecek’ diye gökten nida olunsa o bir kişinin ben olduğumu düşünerek korkarım.’

İşte, en büyük korku ve en büyük ümid budur.

Dualar Nasıl Kabul Olur?

Dua ediyoruz da sürekli kabul oluyor kabul oluyor mu diye kendimize soruyoruz. İşte duanın kabul olmasının şartlarından biri de şu hadisi şerif:
“Dua ile sema arası perdelenmiştir. Muhammed’e (s.a.v.) ve onun âline salevat okununca o perde kaldırılır.” (Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabu'l-îmân)

Evet hadisi şerifte de buyurulduğu üzere dua ederken salavat okumak duanın hızlı ulaşmasına , kabul olmasına vesiledir.

Dedeme Çekmişim!

Allah ıslah etsin...

Allah Gaybı Bilmez mi? !

İşlenen Günahların Dünyadaki Cezası Ne Olur?

Hz.Ali'den
Bir kimsenin yaptığı günahın (dünyadaki) cezası ibâdette gevşeklik, maddî sıkıntı, lezzetin bozulmasıdır. "Lezzetin bozulması nasıl olur?” diye sordular: “İştahı çekip de eline helâl bir şey geçtiğinde karşısına mutlaka zevkini bozacak bir şey çıkar.” buyurdu.

Peygamberlerin ve Şehitlerin Gıpta Edeceği Kimseler

Ebû İdris el-Havelanî, Muaz b. Cebel’e (r.a.): 
 “Seni Allah için seviyorum.” dediğinde,
 Muaz: “Sana müjdeler olsun, ben Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: 
 “Arş-ı A’zam’ın etrafında nurdan kürsüler vardır. Bu kürsülere öyle kimseler oturacak ki, elbiseleri ve yüzleri nur gibi parlayacaktır. Bunlar, Peygamber değil, şehidler de değildir, fakat Peygamber ve şehidler onlara gıpta edecektir.” Bunlar kimlerdir? diye sorulunca, Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Onlar, Allah için birbirini sevenler, Allah için buluşup oturanlar ve Allah için birbirini ziyaret edenlerdir.” buyurdu.

Arkadaşlık Üzerine

"İnsan sadık dostunu neden akrabasından çok seviyor?" diye soruldu.
"Akraba cismen, sadık arkadaş ruhen yakın oldukları için" buyurdular.
(İmam-ı Malik Hazretleri)

Pekmezde Hangi Vitaminler Mevcut?


Beslenme açısından, içerdiği organik asitler, mineral maddeler, vitaminler bakımından şekeri gölged bırakıyor. Yapılan bir araştırmaya göre 1 kg üzümün (veya 200 gr pekmez), kalori olarak 1150 gr süte, 300 gr ekmeğe, 390 gr ete tekabül ettiği belirtiliyor. İçermiş olduğu %80’e yakın karbonhidratın glikoz ve früktozdan oluşması sindirim sisteminde parçalanmaya gerek kalmadan çok kısa bir süre içinde kana geçmesini sağlıyor.
Pekmezde bulunan tüm şekerler glikoz ve früktoz halinde oldukları için bu basit şekerlerin sindirim sistemlerinde parçalanmasına gerek olmayıp, kana geçmek için enerjiye gerek duymuyor. Yani direk kana karışan pekmez, ılık suyla şerbet yapıldığında bu hızı arttırılabiliyor. Bu nedenle insan vücuduna hızlı bir şekilde, yaklaşık 30 dakikada enerji olarak ulaşabiliyor. Enerjinin hızlı sağlanması özellikle aktivitesi yoğun olan çocuklar, kas gücü ile yapılan işler, fazla enerji sarf edenler için çok önemli.

Pekmez, insan bünyesinin çok rahat bir şekilde kullanabildiği (+2) değerli demir içeriyor. Üzüm ve pekmezdeki demir kolayca emilebiliyor ve günlük demir ihtiyacının % 35’i yeterli miktarda! pekmezle karşılanabiliyor. Kan ve sinirlerin düzenli çalışmasını sağlayan kalsiyum, potasyum ve magnezyumla birlikte çalışması nedeniyle üzüm ve pekmez bu üç minerali bir arada bulunduruyor. Pekmez kanın pıhtılaşması ve
kalp kaslarının normal çalışması için de gereklidir. Yeterli kalsiyum miktarının mutlaka dışarıdan alınması gerekmektedir. Günlük 50 gr civarında kuru üzüm veya daha az pekmezin tüketilmesi, yeterli miktarda kalsiyumun alınabileceği manasına geliyor.

Pekmezi Nasıl Kullanabiliriz?


Anne ve babalar pekmezle farklı tatlar hazırlayarak çocuklarına pekmezi sevdirebilirler. Pekmez yoğurda katılarak keyifle yenilebilir. Pekmez yaz aylarında özellikle soğuk su ile karıştırılıp şerbet yapılabilir. Ayrıca kış aylarında kahvaltılarda pekmez ile beraber tahin yenilebilir. Pasta gibi şeker kullanılan ürünlerde pekmez şeker yerine kullanılabilir. Ancak kilo sorunu ve şeker hastası olanların daha dikkatli yemeleri gereklidir.
Pekmezi bilinen haliyle yemekten keyif almayanlar sos olarak, şeker yerine tatlandırıcı olarak, meyve salatasının ya da kek gibi ürünlerin içinde ya da suyla birlikte içecek gibi almaları mümkündür.

Hakiki Pekmez Nasıl Elde Edilir?


 •   Üzüm pekmezi kendine has koku, renk ve tad da olmalı, yanık tadı ve yabancı koku bulunmamalıdır.
•    Pekmezinin görünüşü kendine has ve homojen olmalıdır.
•    Tortusuz ve şekerlenmemiş olmalıdır.
•    Katı pekmez kendine has renkte olmalı ve akışkan olmamalıdır.
•    Pekmez diğer meyvelerin (incir, dut ve hurma gibi) çekirdek ve lif parçacıklarını ihtiva etmemelidir.
•    Pekmez, hangi meyveden yapılmış ise o meyvenin haricinde herhangi bir meyve katılmamalıdır.

Neden Spor Yapmalıyız?


Neden spor yapmalıyız? Biriken yağları eritmek, merdivenleri daha rahat çıkmak için mi, yoksa sabah namazına rahat kalkabilmek için mi? Peygamber Efendimiz, “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır” buyuruyor. Bu çerçevede, “spor felsefemiz ne olmalı, kim için ya da ne için spor yapmalıyız?” suallerine cevap bulmak istiyoruz.
İlk sorumuzu soralım. Niçin spor yapılır? Bedenin sıhhati için mi, gösteri için mi, yoksa para için mi?
Günümüzde büyük çoğunluğun en çok para ve gösteri için spor yapmayı tercih ettiği görülüyor. Elinden geldiğince kaslarını güçlendiren ve güzelleştirilen sporcular, modern dünyanın ikonları ve popüler manada kıvama ermiş kahramanları gibi gözükseler de kalabalıkların heves ve ihtiraslarını yönlendirmekten öte gidemiyorlar.

İslamiyet’te spor, düşünmenin eylem safhasını bedene rahat yaptırmaya odaklanan bir hayat tarzıdır. Yani gaye ibadetleri rahat yapabilmek için bedenî hareketlere vakit harcamak olduğu gibi, ruhu yüceltmek için yapılacak ibadetlerde de bedeni güçlendirmek esas alınmıştır. Beş vakit namazın tadili erkâna uygun kılınması, hac farizasının şartlarına uygun ifa edilmesi, diğer ibadet ve sohbetlerde cemaate devam edebilmek için bedeni zaafiyetlerin olmaması icap eder. Zaten Peygamber Efendimiz’in “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır.” buyurmasının manası ibadetlerle beraber düşünüldüğünde sporun ruh için bedeni güçlendirmek manasına olduğu daha kolay anlaşılacaktır.
Ne yazık ki çağımız modern spor anlayışı, ruhu bir kenarda bırakan, hatta övünmelerle beslediği ve sınırsız şöhretle süslenen, temelinde düşmanlığa dayalı bir sistem kurmuştur. Ayet-i kerimede Rabbimiz, “İyi bilin ki, ahirete yer vermeyen dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır.” Bugünkü sporun felsefesi ile ayet-i kerimenin buyurduğu tehlike aynıdır.
Modern batıda bir din anlayışı haline dönüştürülen spor gösterilerinin arka planında, aslında batıl dinî törenlerin olması hayli dikkat çekicidir. Anlık duygulara hitap eden, spor kahramanlarına tapınmayı teşvik eden, sürekli rekor kırma üzerine kurulu, doğaya hâkim olma anlayışına sahip, bedeni aşırı derecede öne çıkarmayı prensip haline getiren bir yapıdadır. Bu da nefsin beden üzerindeki hâkimiyetini artırmaktadır. Yumruk sarhoşu olmuş boksörler, steroidler yüzünden kansere yakalanmış vücut geliştiriciler sağlıklı ve bilinçli gibi görünseler de, aslen ve ruhen ölümün eşiğindedirler.
Bu anlamda aslında beden için yapılan spor anlayışı batı dünyasında yanlış yorumlanmış ve ruhu mahvedecek şekilde suiistimal edilmiştir. Böyle sonuçları olan spordan uzak durup durmama mevzusu ise insaf ve izan sahibi bir insan için aşikârdır.
O zaman ne yapmalı? Elbette ki, fert olarak spor her zaman bu sonuçlara götürmez. O yüzden bedenin ihtiyacı kadar şuurlu bir anlayışla spor faaliyetleri önemli ve lüzumludur.
İslam dini, mensuplarına dünya ve ahiret saadetini telkin eder.
Hal böyle olunca, meşru olduğu müddetçe, spor dinimizde caiz görülmüştür. Bu manada da bazı spor dalları dinimizde özellikle teşvik edilmiştir. İslam, kişinin dinini, canını, malını, aklını ve İslamiyet’te sporun gayesi ibadetleri rahat yapabilmek için bedenî hareketlere vakit harcamak olduğu gibi, ruhu yüceltmek için yapılacak ibadetlerde de bedeni güçlendirmektir.
İsmail Görmez-İnsan ve Hayat Dergisi-Ocak 2013

Nakşibendiliğin İstanbul'a Ulaşması


Fatih Sultan Mehmed Han’ın fetihten sonra gerçekleştirdiği en önemli işlerden birisi, İstanbul’u bir ilim ve irfan merkezi haline getirmesidir. Kendisi de bir âlim, arif ve şair olan Sultan, devrinin mümtaz zatlarını İstanbul’a getirebilmek için kendine has usuller kullanmıştır.
İstanbul’un fethiyle buraya ulaşan Nakşibendîlik, Beyazıt zamanında hem müesseseleşmiş, hem de tekâmülünü devam ettirmiştir.
Emir Buhari, Molla İlahi’den sonra Nakşibendî müritlerinin Anadolu’daki ikinci büyük piri olarak kabul edilmektedir. 
Bilindiğinin aksine Nakşibendiyye, Muhammed Bahaeddin-i Buhari tarafından tesis edilmemiştir. Nakşibendiyye, bir silsilenin devamıdır. Bu silsilenin başı Peygamber Efendimize dayanmaktadır. 

Muhammed Bahaeddin-i Buhari Hazretleri de bu silsilenin beş önemli kutbundan biridir. Bu silsile her dönemde farklı isimler almıştır. Hazreti Ebu Bekir döneminde Sıddıkıyye olarak anılırken, Muhammed Bahaeddin-i Buhari döneminde ise Nakşibendîyye olarak adlandırılmıştır. Nakşibendiyye bu silsilenin en meşhur ismidir. Ancak şunu söyleyebiliriz Nakşıbendiyye daha çok Orta Asya’da şümül bulmuşken, Fatih’in âlimlere olan sevgi ve muhabbeti ile İstanbul Nakşıbendiyye ile tanışacaktır.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın döneminde yaşayan Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin şöhreti İstanbul’a kadar ulaşmıştır. Sultan Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini ve Molla Cami’yi İstanbul’a davet etmiş ve bununla birlikte Nakşibendî erkânına ilgi duymalarına sebep olmuştur. Gerek Molla Cami gerek Ubeydullah-ı Ahrar bu davete icabet edemese de, kendi yetiştirdiği Molla İlahi ve torunu Emir Buhariyi İstanbul’a göndermiştir. Nakşibendîlik Anadolu’ya bu zatlar vasıtasıyla girmiştir. İkinci Beyazıt’ın Abdullah İlahi’yi Anadolu’ya davet etmesi ve onun da, halifesi Emir Buhari’yi İstanbul’a göndermesi neticesinde, Nakşibendîlik İstanbul’da yavaş yavaş yayılmıştır.


Orta Asya’dan Abdullah İlahi ile birlikte Buhara’dan Anadolu’ya gelen Emir Buhari de İstanbul’a ilk geldiği zaman Vefa Tekkesi’nde kalmıştır. Şeyh Vefa’nın tekkesi, devrin âlim, arif ve şairlerinin uğradığı bir mekân haline gelmiş, adeta münevverlerin toplandığı bir ocak olmuştur. Emir Buhari, Kütahya Simavlı Abdullah İlahi’den sonra Nakşibendiyye tarikatının Anadolu’daki ikinci ismidir. İstanbul Fatih’te ilk Nakşibendî dergâhını getiren odur.
Şeyh Vefa’nın irtihali ile birlikte Vefa Tekkesi yavaş yavaş önemini kaybetmiş bununla birlikte, Emir Buhari ile gelen Nakşibendîlik İstanbul üzerinden dünyaya İslamiyet’in nurunu ve feyzini yaymaya devam etmiştir.


Din Kültürü Kitapları Ortak Din İçin Zemin mi Hazırlıyor ?


Geçen yıla kadar mecburi eğitim 8 sene sürüyordu. Birçok genç ancak mecburi eğitimden sonra arzu ettiği eğitim müfredatını gerçekleştirebiliyordu. 12 yaşına kadar devam eden bu dönem, birçok alanda olduğu gibi dini tedrisat için de ayrı bir önem arz etmektedir. Böyle olunca mecburi eğitim bitene kadar, okullarda Müslüman çocuklara en doğru bilgilerin verilmesi icap ediyor. Bu düşünceden hareketle, çocuklarımıza doğru bilgilerin verilip verilmediğini birkaç kitaptan sizin için analiz ettik.
Geçen sayılarımızda, bazı sınıflarda verilen yanlış dinî bilgilere dikkat çekmiştik.

Bu konuya devam ediyoruz; çünkü, önceki yıllarda Müslüman ailelerin çocukları 12 yaşına kadar bu kitaplara bağımlı kalıyordu. Şimdi ise 4+4+4 sistemi ile yaş sınırı 18’e kadar çıkmakta. Böyle bir durum ise dini tedrisatta düşündürücü bir tablonun karşımıza çıkmasına sebebiyet veriyor. Neden mi?
Buyurun inceleyelim.
Sünnet ne zamandan beri kültür oldu?
8. sınıfın Din Kültürü kitabını hazırlayan Üzeyir Gündüz, KÜLTÜRÜ ANLAMADA DİNİ DOĞRU ANLAMANIN ROLÜ başlığıyla Müslüman yavrulara şu bilgileri veriyor:
“Müslüman toplumlarda yanlış din anlayışından kaynaklanan ve kültüre yerleşen birçok uygulama vardır. Örneğin; bazı insanlar Hz. Muhammed döneminde var olan her şeyi dinî bir yükümlülük olarak değerlendirmektedirler. Sakal bırakmayı, sarık sarmayı dinin bir gereğiymiş gibi görebilmektedirler. Oysa sakal bırakmak, sarık sarmak, o günün koşullarına özgü kültürel bir durumdur.” (Sayfa, 37)
Sayın Üzeyir Gündüz’e sormak gerekiyor. Ne zamandan beri sünnet-i seniyye alelade bir kültür mertebesine indirildi? O böyle dese de biz İmam-ı Tirmizî, Ebû Dâvud gibi ana hadis kaynaklarında sarık ve sakal hakkındaki hadis-i şerifleri yok sayıp, ilimden uzak bu cümleleri kabul edecek değiliz. “Peygamberimiz zamanında kâfirler de Müslümanlar da giyinik idiler. Dolayısıyla giyinmek dinin gereği değil kültürel bir durumdur.” demek ne kadar yanlışsa, “Sakal bırakmak, sarık sarmak, o günün koşullarına özgü kültürel bir durumdur.” demek de o kadar yanlıştır.
Kâfirlerin sakal bırakmasından bize ne! Peygamberimiz zamanında kâfirlerin de Müslümanlar gibi sakal bırakıyor olması, sakalın İslâmî olmadığına delil olamaz. Kâfirin sakalı ayrıdır Müslüman’ın sakalı ayrı. Müslüman’ın sakalının nasıl olacağının tarifi belli. Sünnet üzere bırakılan sakal bir tutam olacak…
Yazımızı fazla uzatmamak için sarığın nasıl olacağı hakkında da hadis-i şerifler vardır deyip geçelim. Meselenin özeti şu ki, sakal da sarık da sayın yazarın dediği gibi kültürel bir durum değil, her ikisi de Sünnet yoluyla İslâmî’dir. Din Kültürü kitabındaki bu ifadeler ya kasıtlı ya da talihsiz bir yanlıştan ibarettir..
Mezhepsizlik hezeyanı ya da bağlanma koşulu
Sayın yazar yukarıdaki sözünde “Müslüman toplumlarda yanlış din anlayışı…” ifadesini kullanmış. Doğru din anlayışını kendisi bildiğine göre bakalım mezhepler hakkında ne demiş?
Kitaptaki bir cümlesi aynen şöyle: “Müslüman olmak için dinimizde bir mezhebe bağlanma koşulu aranmaz.” (Sayfa, 90) Evet, yeni Müslüman olacak bir kimse için bir mezhebe bağlanmak şart değildir.
Bu doğru; ama henüz 8. sınıfta ve zaten, Müslüman anne babadan doğan çocuklara, meseleyi bu şekilde sunmanın ne manası var?
Meselenin doğrusu şöyledir: “Müslüman olmak için dinimizde bir mezhebe bağlanma şartı aranmaz.” ama Müslüman olduktan sonra aranır. Çünkü ibadetsiz din olmaz, ibâdet de mezheplere göre yapılır.
Bir kimse Müslüman olduysa elbette ibâdet edecektir. Bir mezhebe bağlanmazsa ibâdetini neye göre ve nasıl yapacaktır? Dolayısıyla, bir mezhebi benimsemek, kişinin iman Sakal da sarık da sayın yazarın dediği gibi kültürel bir durum değil, her ikisi de Sünnet yoluyla İslâmî’dir. Din Kültürü kitabındaki bu ifadeler ya kasıtlı ya da talihsiz bir yanlıştan ibarettir….

Orhan Semih-İnsan ve Hayat
Kula%C4%9F%C4%B1m%C4%B1z+Neden+%C3%87%C4%B1nlar